.
.

Fatiha Suresi ve Bakara Suresi 1. CÜZ 1. HİZİP

.
.

01 Fatiha Suresi

سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ

Euzü Billahi mineş şeytanir racim
1-) BismillahirRahmânirRahiym

1-) (“B” işareti kapsamı itibarıyla) Esmâ’sıyla varlığımı yaratan ismi Allâh olanın Rahmâniyeti ve Rahıymiyeti ile…

Hakikatim olan Allâh adıyla işaret edilenin Esmâ’sının kuvveleriyle…

Rasûlullah sallâllahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Allâh’ın yüzden bir eksik, 99 ismi vardır. Her kim bunları ihsâ ederse Cennet’e girer…

.

1.Hu vallahulleziy lâ ilâhe illâ Hu

2.Rahman

3.Rahîm

4.Melîk

5.Kuddûs

6.Selâm

7.Mümin

.

8.Müheymin

9. Azîz

10.Cebbâr

11.Mütekebbir

12.Hâlik

13.Bâri

14.Musavvir

.

15.Gaffar

16.Kahhar

17.Vahhab

18.Rezzâk

19.Fettah

20.Alîm

21.Kaabız

.

22.Bâsıt

23.Hafıd

24.Râfi

25.Muizz

26.Muzill

27.Semî

28.Basîr

.

29.Hakem

30.Adl

31.Lâtif

32.Habîr

33.Halîm

34.Azîm

35.Gafûr

.

36.Şekûr

37.Âliyy

38.Kebir

39.Hafîz

40.Mukît

41.Hasîb

42.Celîl

.

43.Kerîm

44.Rakîb

45.Mucîb

46.Vasî

47.Hakîm

48.Vedûd

49.Macid

.

50.Bâis

51.Şehîd

52.Hakk

53.Vekîl

54.Kaviyy

55.Metin

56.Veliy

57.Hamid

58.Muhsî

59.Mubdî

60.Muîd

61.Muhyî

62.Mumît

63.Hayy

64.Kayyum

65.Vâcid

66.Macîd

67.Vâhid ül Ahad

68.Samed

69.Kâdir

70.Muktedir

71.Mukaddim

72.Muahhir

73.Evvel

74.Âhir

75.Zâhir

76.Bâtın

77.Vâli

78.Müteâli

79.Berr

80.Tevvab

81.Muntakim

82.Afuvv

83.Raûf

84.Mâlik-el Mülk

85.Zül Celâl-i vel İkrâm

86.Muksıt

87.Câmi

88.Ganî

89.Muğnî

90.Mâni

91.Dârr

92.Nâfi

93.Nûr

94.Hâdi

95.Bedî

96.Bâki

97.Vâris

98.Reşîd

99.Sabûr (celle celâluhü)”

Allâh adının “HÛ”nun ismi olduğu vurgulanıyor burada. İsim, isimlenene işaret eder ama ne olduğunu açıklamaz. Bu yüzdendir ki Kurân’da, açıklayıcı olarak çeşitli özellikler belirtilmiştir.

Allâh ismiyle işaret edilenin ilk açıklayıcı tanımlaması Rahmaniyeti ve Rahıymiyetidir. Allâh ismiyle işaret edilenden açığa çıkan her şey, rahmaniyeti kapsamında çıkar.

Rahmaniyeti tüm isimlerin özelliğini içinde barındırır. Rahıymiyetiyle, bu isimlerin özelliklerini açığa çıkarır, kendi ilmiyle.

الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

2-) El Hamdu Lillâhi Rabbil’âlemiyn;

2-) “Hamd”7 (Esmâ’sıyla yarattığı âlemleri her an dilediğince değerlendirmek), âlemlerin Rabbi8 olan Allâh’a aittir…

“Vâhid-ül AHAD üs Samed”dir… Kendisinin gayrı olarak, kendisini anlayacak, idrâk edecek, değerlendirecek ve de övebilecek varlık, vücud ve özellikler sahibi ikinci bir bilinç mevcut değildir!.. “ALLÂH”ı ancak, ALLÂH bilir… “ALLÂH”ı ancak ALLÂH değerlendirir…. “ALLÂH”ı ancak ALLÂH över yani metheder!.. “ALLÂH”a ancak ve sadece ALLÂH SENÂ eder! “ALLÂH”a ancak ALLÂH HAMD eder!

Her birimin algılamakta olduğu kendi boyutu, onun “âlemi”dir!.. En gerçekçi anlamıyla; her bilinçli “birim”in kendisi, başlıbaşına bir “âlem”dir!..
“RAB”; her an, her “şey”i – her “âlem”i varediş gayesine uygun bir biçimde; hazırlayan, geliştiren, olgunlaştıran, varoluş gayesinin gereğini ortaya koyduran ve bunun için gerekli herşeyi sağlayan; kısacası, nesneyi mevcut hâliyle ortaya çıkartma özelliğine sahip olan, demektir…
“Rabbülâlemin”… Âlemlerin Rabbi, yani âlemler kelimesiyle işaret edilen, sonsuz sınırsız varlıkların meydana getirildikleri Rubûbiyet mertebesidir.

الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
3-) Er Rahmân-ir Rahıym;

3-) Rahmân ve Rahıym9’dir. (Rahmâniyetiyle Esmâ âlemini meydana getiren ve Rahıymiyetiyle Esmâ âlemindeki mânâlar ile her an âlemleri yaratandır.10)

Buradaki Rahmaniyet ve Rahıymiyet, halife olarak yaratılmış bulunan insanın varoluş kaynağına da ayrıca işaret eder.


“RAHMAN”dır “DATA”; esmâ’yı (isimlerin işaret ettiği tüm özellikleri) cem etmiştir kendisinde… “Er RAHMAN”, TEK’teki sayısız özellikler mevcudiyetine işaret eder. “RAHIYM”dir “DATA”; her an açığa çıkartır “rahminden”, “kalem”le yazılmış “çok boyutlu tek kare resmi”! Tek bir sistem (Sünnetullah), tümü kavrar, makrodan mikroya!

مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
4-) Mâliki YevmidDiyn;

4-) Din hükümlerinin11 (Sünnetullâh12) yaşanmakta olduğu sonsuz sürecin Mâlik13 – Melik14’idir.

11ALLÂH indindeki anlardan bir “AN” vardır ki; o an, “tek gün”dür, “çok boyutlu tek kare resim”dir… O’na göre yalnızca “an”larından bir an olan o bildiğimiz “gün”=”an” içinde, bize göre ezelden-ebede, her dem O’na boyun eğilmekte ve O’nun hükmü geçmektedir!.. Yani, “Mâlik”iyeti ve “Melîk”iyeti sonsuzdur!..

12Esmâ âlemindeki mânâların açığa çıkış sistem ve düzeni.

13__Şayet, “MÂLİK”i diye anlarsak… “Sahip olduğu üzerinde, özgürce ve tasarrufundan dolayı kimseye hesap vermeksizin, dilediğini yapan” anlamıyla karşılaşırız…


14___Şayet, “MELÎK”i şeklinde okur ve kabul edersek… Bu defa da; “Yönetim, kurallandırma, fiilleri değerlendirme, yetki güç sahibi” olan Zât olarak anlarız…

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
5-) İyyake na’budu ve iyyake nesta’iyn;

5-) Sadece sana kulluk ederiz ve bunun farkındalığı için yardımını niyaz ederiz.15 (El Esmâ ül Hüsnâ anlamlarını açığa çıkarmak suretiyle tüm yaratılmışlar olarak sana kulluk etmekteyiz ve bunun farkındalığına ermemiz için yardımını isteriz.)
15__Senin isimlerinin mânâlarının açığa çıkması için yaratılmış bizler, her an bunu yerine getirerek mutlak kulluğumuza şükrederiz. Ayrıca bu kulluğumuzun devamının da yalnızca senin tecellilerinin devamıyla olduğunun bilincini her an yaşamak için yardımını dileriz.

اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
6-) İhdinas Sıratal’müstakıym;

6-) Bizi sırat-ı müstakime (Hakikate erdiren yola) hidâyet et.16
b>16__Bizi hakikate erdiren doğru anlayışa yönlendir. Yoldan murat, anlayıştır. Sırat-ı müstakim, doğru anlayış diye anlaşılmalıdır.

صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ
7-) Sıratalleziyne en’amte aleyhim; Ğayril’mağdûbi aleyhim; Ve laddaaalliyn;

7-) Ki o, in’amda bulunduklarının (nefslerinin hakikati olan Allâh Esmâ’sına iman edip, ondaki kuvvelerin farkındalığını yaşayanların) yoluna…17 Gazabına uğrayanların18 (âlemlerin ve nefsinin hakikatini göremeyip benlikleriyle kayıtlananların) Ve (Hakikatten19 – Vâhid’ül EHAD’üs Samed20 olan Allâh ismiyle işaret edilen anlayışından) saparak şirk21 koşanların yoluna değil.


Özel anlamı ile; “İHDA”yı, kişinin “en’âm” yolundan ebedi huzur ve saadete ermesini sağlayacak bir “sırat”ı istemesi gerektiğini; “Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın bildirdiği gerçeklere uygun bir yaşam sürmeyi kolaylaştır” anlamında değerlendirmemiz gerekir. Allâh’ın bu genel “in’âm”ı dışında bir de özel “İn’âm”ı vardır ki, buna erenler; derece derece “sâlihler, şehidler, velîler ve nebilerdir”… Bu nimetler ile derece derece Allâh’a yakîn ve kurbet eylemişlerdir… “İHDA” yı bu “yakîne ve kurbete götüren yola” anlamında da anlayabiliriz…
Hakikatinden kozalı olarak, kendini beden sanan ya da dış tanrı anlayışıyla hakikatinden kozalı olanın yaşayacağı sonuçtur, gazaba uğramak.
Hakikatten saparak herhangi bir birimde tanrılık vehmederek yaşamak.
Vâhid, Ahad, Samed __isimlerinin işaret ettiği mânâları aslında “TEK” bir yapının özelliği olarak düşünmek gerekir. Allâh’ın iç, dış ve gayrılık kavramlarından berî olduğunu anlatmaktadır. Bunun anlamı olarak; el-Esmâ mertebesinden meydana gelmiş her şey “İlmiyle ilmini seyir”den ibarettir, diye anlaşılmalıdır.
“ŞİRK”;__”özellikleri ve sıfatlarıyla SONSUZ-SINIRSIZ” ve “Vâhid-ül AHAD üs Samed” olup “ALLÂH” ismiyle işaret edilenin yanı sıra bir varlık kabullenme anlamını meydana getirecek şekilde, gerçeği örten fikir ve kabulleniştir!

02 Bakara Suresi

سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
Euzü Billahi mineş şeytanir racim BismillahirRahmânirRahiym
الم
1-) Eliif, Lâââm, Miiim.

ذَٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ ۛ فِيهِ ۛ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
2-) Zâlikel Kitâb`u lâ raybe fiyhi hüden lil muttekıyn;

2-) Hakkında şüphe edilmesi mümkün olmayan o Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi (KİTAP), korunmak isteyenlere gerçeği idrak etme kaynağıdır.

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
3-) Elleziyne yu`minûne Bil ğaybi ve yukiymûnas salâte ve mimma rezaknahum yünfikun;

3-) İşte onlar gayblarındaki (algılayamadıkları) hakikate (Nefslerinin Allâh Esmâ`sının anlamlarının bir terkip – bileşimi şeklinde meydana geldiğine) iman ederler, salâtı ikame ederler (fiilen edâ yanı sıra anlamını yaşarlar) ve kendilerine verdiğimiz maddi – manevî yaşam gıdasından Allâh adına karşılıksız paylaşırlar.

وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
4-) Velleziyne yu`minune Bi ma ünzile ileyKE ve ma ünzile min kabliK(E), ve Bil ahireti hum yûkınûn;

4-) Onlar hakikatinden sana (boyutsal geçişle) inzâl olunana ve öncekilere inzâl olmuşlara iman ederler; geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerine de ikân (kesin idrakten kaynaklanan kabul) hâlindedirler.

أُولَٰئِكَ عَلَىٰ هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ ۖ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
5-) Ülâike alâ hüden min Rabbihim ve ülâike humul muflihûn;

5-) İşte onlar, Rablerinden (nefslerini oluşturan Esmâ bileşiminden kaynaklanan) HÜDA (hakikati idrak) hâlindedirler ve onlar kurtuluşa ermişlerdir.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
6-) İnnelleziyne keferu sevâun aleyhim eenzertehum em lem tunzirhum lâ yu`minûn;

6-) Hakikati örten – inkâr edenleri uyarsan da uyarmasan da fark etmez, iman etmezler!

خَتَمَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ وَعَلَىٰ سَمْعِهِمْ ۖ وَعَلَىٰ أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
7-) HatemAllâhu alâ kulûbihim ve alâ sem`ihim, ve alâ ebsarihim ğışavetun, ve lehum azâbün azıym;

7-) Allâh, onların, beyinlerindeki hakikat algılamasını kilitlemiştir; basîretleri perdelidir. Yaptıklarının sonucu olarak feci bir azabı hak etmişlerdir.

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِنِينَ
8- ) Ve minenNâsi men yekulü amennâ Billâhî ve Bil yevmil âhıri ve mâ hum Bimu`miniyn;

8- ) İnsanlardan bir kısmı “B” işareti kapsamınca (varlıklarını Allâh Esmâ`sının oluşturduğu inancıyla) Allâh`a ve âhiret süreçlerine (sonsuzluk içinde, kendilerinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşayarak yer alacaklarına) iman ettiklerini söylerler; ne var ki imanları gerçekte bu kapsamda değildir!

يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّا أَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
9-) Yuhadi`unAllâhe velleziyne amenû ve ma yahde`ûne illâ enfüsehum ve ma yeş`urûn;

9-) (Lafta “`B` anlamı kapsamınca iman ettik” diyerek) hakikatleri olan Allâh`ı ve iman etmişleri aldatmaya çalışırlar; hâlbuki kendilerini aldatırlar da bunun şuurunda değiller!

فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَهُمُ اللَّهُ مَرَضًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
10-) Fiy kulûbihim meradun fezadehumullâhu merada, ve lehum azâbün eliymün Bima kânu yekzibûn;

10-) Onların şuurlarında (hakikati hissetme işlevinde) sağlıklı düşünememe hâli vardır; Allâh da bunu arttırmıştır. Yalanladıkları hakikatleri yüzünden feci bir azap yaşayacaklardır.

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ
11-) Ve izâ kıyle lehum lâ tüfsidu fiyl Ardı kalû innema nahnu muslihûn;

11-) Onlara, arzda (yeryüzünde ve bedende) fesat çıkarmayın (varoluş amacına uygun olmayan şekilde hareket etmeyin), denildiğinde: “Biz ıslahçılarız (yerli yerinde kullananlarız)” dediler.

أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ
12-) Elâ innehum humulmüfsidûne ve lâkin lâ yeş`urûn;

12-) Biline ki, kesinlikle onlar ifsat edenlerdir (olayı olması gerekenden saptıranlar); ne var ki bunun şuurunda değillerdir.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُوا كَمَا آمَنَ النَّاسُ قَالُوا أَنُؤْمِنُ كَمَا آمَنَ السُّفَهَاءُ ۗ أَلَ

ا إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاءُ وَلَٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ
13-) Ve izâ kıyle lehum aminu kemâ amenenNâsü kalû enu`minu kemâ amenessüfehâ`* elâ innehum humussüfehâu ve lâkin lâ ya`lemûn;

13-) Onlara, iman eden insanlar gibi iman edin, denildiğinde: “Süfeha (aklı sınırlı, düşünmeden yaşayanlar) gibi mi iman edelim” derler. Kesinlikle biline ki, esas süfeha (aklı sınırlı, düşünemeyenler) kendileridir ama bunu fark etmiyorlar, anlayamıyorlar!

وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا إِلَىٰ شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا إِنَّا مَعَكُمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ
14-) Ve izâ lekulleziyne amenû kalû amenna* ve izâ halev ilâ şeyatıynihim kalû inna meaküm, innema nahnu müstehziûn;

14-) İman edenlerle beraberken “Amenna – kabul ettik” derler, şeytanlarıyla (vehimlerine tâbi olarak onları saptıranlarla) başbaşa olduklarında ise: “Biz sizinle aynı fikirdeyiz, onlarla alay ediyoruz” derler.

اللَّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
15-) Allâhu yestehziu Bihim ve yemudduhum fiy tuğyanihim ya`mehûn;

15-) (Hakikatleri olan Allâh`ı anlamamakta ısrarları dolayısıyla) Allâh kendileriyle alay ediyor ve basîretsizlikleri dolayısıyla azgınlıklarına müsaade ediyor!

أُولَٰئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدَىٰ فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ
16-) Ülâikelleziyneşterevüd dalâlete Bilhüda, femâ rabihat ticaretühüm ve ma kânu muhtediyn;

16-) İşte onlar hakikatlerini oluşturan gerçeğe (bilhüda) karşılık, dalâleti (kendi hakikatini fark edememe) satın almışlardır! Oysa bu ticaret onlara kâr getirmedi; gerçeğe de erdirmez!

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّا أَضَاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللَّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ
17-) Meselühüm kemeselillezistevkade nâra* felemma edâet ma havlehû zehebAllâhu Binûrihim ve terakehüm fiy zulümatin lâ yubsırûn;

17-) Onların misali ateş yakana benzer, ki yakılan ateş çevreyi aydınlatır. Ne var ki kendi hakikatlerinden gelen nûr açığa çıkmadığı için, karanlığa terkedilir; artık göremez!

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
18-) Summun bükmün umyün fehüm lâ yerci`ûn;

18-) Sağırdırlar (algılamaları kilitlenmiştir), dilsizdirler (hakikati dillendirmezler), kördürler (apaçık hakikati algılayamazlar); onlar hakikatlerine dönemezler!

أَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَاءِ فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ ۚ وَاللَّهُ مُحِيطٌ بِالْكَافِرِينَ
19-) Ev kesayyibin minesSemâi fiyhi zulümatun ve ra`dün ve berkun, yec`alûne esabiahum fiy âzânihim minessava`ıkı hazeral mevt, vAllâhu muhiytun Bilkâfiriyn;

19-) Ya da semâdan (gökyüzü – düşünsel boyuttan) inen yağmur (fikirler), zulmet (karanlığın bilinmezliği) gökgürültüsü (doğru – yanlış çatışması) ve şimşek (bir an için akla düşen hakikat bilgisi) içindedirler! Yıldırımlara, ölüm korkusu (hakikatin açığa çıkmasıyla benliklerinin yok olması) düşüncesiyle kulaklarını tıkarlar (hakikat bilgisine kendilerini kapatırlar). Allâh, hakikati inkâr edenlerin de varlığını meydana getiren Muhiyt`tir (ihâta etmektedir).

يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصَارَهُمْ ۖ كُلَّمَا أَضَاءَ لَهُمْ مَشَوْا فِيهِ وَإِذَا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
20-) Yekâdül berku yahtafu ebsarehüm, küllemâ edâe lehum meşev fiyhi, ve izâ azleme aleyhim kamu, ve lev şâAllâhu lezehebe bisem`ihim ve ebsarihim, innAllâhe alâ külli şey`in kadiyr;

20-) O şimşek (hakikat ışığı) neredeyse göze dayalı müşahedelerini kapsayacak. Onlara her aydınlık geldiğinde, o hakikat ışığıyla birkaç adım ilerler, hakikat ışığı kesilince de içine düştükleri karanlıkta kalakalırlar. Allâh dilemiş olsaydı Semi` ve Basıyr isminin onlarda açığa çıkmasını kısardı. Kesinlikle Allâh her şeye Kaadir`dir.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
21-) Ya eyyühenNâsu`budû Rabbekümülleziy halekaküm velleziyne min kabliküm lealleküm tettekun;

21-) Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Rabbinize (hakikatinizi oluşturan Esmâ mertebesine) kulluğunuzun farkındalığına erin. Ki böylece korunanlardan olursunuz.

الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ ۖ فَلَا تَجْعَلُوا لِلَّهِ أَنْدَادًا وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
22-) Elleziy ce`ale lekumul`Arda firâşen vesSemâe binâen ve enzele mines Semâi mâen feahrace Bihî minessemerati rızkan leküm, felâ tec`alu Lillâhi endâden ve entüm ta`lemûn;

22-) O sizin için arzı (bedeni) döşek (araç), semâyı (şuuru – beyni) yaşanılan mekân olarak oluşturdu ve semâdan bir su (ilim) inzâl etti (boyutsal açığa çıkış) ve bunun sonucu olarak da size türlü (düşünsel – bedensel) yaşam gıdası verdi. Hâl böyleyken artık ötede bir ilâh edinerek O`na şirk koşmayın!

وَإِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَىٰ عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
23-) Ve in küntüm fiy raybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe`tû Bisûretin min mislihi ved`û şühedâeküm min dûnillahi in küntüm sadikıyn;

23-) Kulumuza inzâl ettiğimizden (hakikatinden – Esmâ mertebesinden bilincine açığa çıkandan) şüpheniz varsa, onun benzeri bir sûre ortaya koyun. Eğer (sözünüzde) sadıksanız, Allâh (adıyla işaret edilen Ulûhiyetin) dûnunda (Allâh adıyla işaret edilenin misli veya benzeri olması mümkün olmadığı içindir ki, edinilen veya tahayyül edilen tanrılar ancak onun “dûnu”nda olabilir; onların da ne gayrılığından ne denkliğinden ne eş değerinden ne de kapsamından söz edilebilir. “Dûnu” kelimesiyle işaret edilen varlık vücudunu Allâh Esmâ`sının işaret ettiği özelliklerden alır ama asla varlığı Allâh adıyla işaret edilene kıyasla denk tutulamaz. Bu yüzdendir ki birimin düşündüğü ya da tahayyül ettiği hiçbir şey mutlak hakikati itibarıyla Allâh adıyla işaret edileni tanımlayamaz. İleride görülecek “leyse kemislihi şey`a – misli olacak şey yoktur” uyarısı Allâh adıyla işaret edilene hiçbir kavramın yaklaşmasının mümkün olmadığını vurgulamaktadır. Tüm bunlar yazdığımız “dûnu” kelimesiyle anlatılmaktadır. Çalışmamızda sık sık göreceğiniz “dûnu” kelimesinin Türkçe`de karşılığı olmadığı içindir ki mecburen bu kelimeyi muhafaza ettik. A.Hulûsi -A.H.-) şahitlerinizi getirin!

فَإِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ ۖ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
24-) Fein lem tef`alû ve len tef`alû fettekunnaralletiy ve kuduhenNâsu velhıcâretu, u`ıddet lil kâfiriyn;

24-) Bunu yapamazsanız, ki yapamazsınız; yananı insanlar ve taşlar (bilinç yapı olarak ruhanî insan ve taş, yani o ortama göre yaratılmış olan maddesi… Allâhu âlem!) olan o ateşten korunun; zira hakikati inkâr edenleri yakar o ateş.

وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا ۙ قَالُوا هَٰذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ ۖ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا ۖ وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ ۖ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
25-) Ve beşşirilleziyne âmenû ve amilussalihati enne lehum cennâtin tecriy min tahtihel enhâr* küllemâ ruziku minhâ min semeratin rızkan kalû hâzelleziy ruzıknâ min kablu ve utû Bihî müteşabiha* ve lehum fiyha ezvâcün mutahheratun ve hum fiyha hâlidûn;

25-) İman edip hakikati yaşamayı sağlayacak fiiller ortaya koyanları müjdele, ki onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler (Allâh Esmâ`sının açığa çıkışının seyredildiği ortamda sürekli oluşan ilimler) vardır. Bu rızıktan rızıklandıkça (bu müşahede içinde): “Bu daha önceden de tattığımız gibi bir şey” derler. Bu önce tattıklarına benzer. Orada, sonsuza dek şirk kirinden arınmış eşleri iledirler!

إِنَّ اللَّهَ لَا يَسْتَحْيِي أَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا ۚ فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ ۖ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَٰذَا مَثَلًا ۘ يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِي بِهِ كَثِيرًا ۚ وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلَّا الْفَاسِقِينَ
26-) İnnAllâhe lâ yestahyiy en yadribe meselen ma be`ûdaten femâ fevkahâ, feemmelleziyne amenû feya`lemûne ennehulHakku min Rabbihim, ve emmelleziyne keferû feyekulûne mâzâ eradAllâhu Bihâzâ mesela* yudıllu Bihî kesiyran ve yehdiy Bihî kesiyra, ve ma yudıllu Bihî illel fasikıyn;

26-) Allâh kesinlikle bir sivrisinek kanadı veya ondan da ufak bir şeyi misal vermekten kaçınmaz. İmanın gereğini yaşayanlar bunun Rablerinden kaynaklanan bir Hak olduğunu bilirler. Bu gerçeği inkâr edenler ise, (misalî anlatımları değerlendirmeyip) “Allâh, acaba bununla ne demek istedi” derler. Bu anlatım, çoğunun (fıtratlarının elvermemesinden dolayı) sapmasına yol açar; bir kısmını da gerçeğe hidâyet eder. Allâh, onunla (bu tür anlatımla) sâfiyetini yitirmişlerden başkasını saptırmaz!

الَّذِينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ ۚ أُولَٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
27-) Elleziyne yenkudûne ahdAllâhi min ba`di miysakıhi, ve yaktaune mâ emerAllâhu Bihî en yûsale ve yüfsidûne fiyl`Ardı, ülâike hümülhasirûn;

27-) Onlar, Allâh ahdini (Esmâ`sını açığa çıkarmanın farkındalığıyla yaşama istidadının gereğini) dünyaya geldikten sonra yerine getirmezler. Birleştirilmesini emrettiğini (Esmâ hakikati müşahedesini) keserler ve arzda (bedensel yaşam boyutunda) fesat çıkarırlar (bedensel arzular {karındaki ikinci beyin dürtüleri – komutları/nefsi emmâre} peşinde ömür tüketirler). İşte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنْتُمْ أَمْوَاتًا فَأَحْيَاكُمْ ۖ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
28-) Keyfe tekfurûne Billâhi ve küntüm emvâten feahyâküm, sümme yümiytuküm sümme yuhyiyküm sümme ileyhi turce`ûn;

28-) Nasıl da varlığınızın hakikatinin Allâh Esmâ`sı (B işareti kapsamında) olduğunu inkâr ediyorsunuz? Ölüydünüz (hakikatinizin ne olduğunu bilmeden yaşıyordunuz), O sizi diriltti (inzâl ettiği ilimle size hayat verdi); sizi yine öldürecek (kendini sırf bedenmiş gibi kabul hâlinden), yine diriltecek (kendini beden sanma hâlinden arındırarak bilinç boyutu hâliyle yaşam)… Nihayet sonunda hakikatinizi göreceksiniz!

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ اسْتَوَىٰ إِلَى السَّمَاءِ فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ ۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
29-) HUvelleziy halakaleküm ma fiyl`Ardı cemiy`an sümmestevâ ilesSemâi fesevvâhünne seb`a Semâvât, ve HUve Bikülli şey`in Aliym;

29-) “HÛ” (O işaretini boyutsal derinlikli düşünmek gerekir) yarattı sizin için arzda olanların (bedeninizdeki özelliklerin) tümünü; sonra da şuur (beyin) boyutunuza yönelip onu yedi kat (yedi idrak kapasitesi – Nefs mertebesi) olarak düzenledi. O her şeyi bizâtihi kendinden yarattığı içindir ki her şeyi bilendir.

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً ۖ قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ ۖ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
30-) Ve iz kale Rabbüke lilmelâiketi inniy ca`ilün fiyl`Ardı hâliyfeh* kalû etec`alü fiyhâ men yüfsidü fiyhâ ve yesfiküddimâe, ve nahnu nüsebbihu BihamdiKE ve nükaddisüleKE, kale inniy a`lemü mâ lâ ta`lemûn;

30-) Rabbin meleklere: “Ben arzda (bedende) bir halife (Esmâ mertebesinin farkındalığıyla yaşayan şuur sahibi) meydana getireceğim” dedi. Onlar da: “Orada fesat çıkarıp kan döken birini mi meydana getireceksin; biz seni hamdinle (bizde açığa çıkardığın varlığını değerlendirme hâliyle) tespih (her an yeni hâle dönüşen isteğine kulluk ederek) ve kudsiyetini (her türlü eksiklikten berî oluşunu) dillendirmiyor muyuz?” dediler. (Buyurdu): “BEN sizin bilmediklerinizin Aliymiyim!.. “

وَعَلَّمَ آدَمَ الْأَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلَائِكَةِ فَقَالَ أَنْبِئُونِي بِأَسْمَاءِ هَٰؤُلَاءِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
31-) Ve alleme AdemelEsmâe küllehâ sümme aradahum alelMelâiketi fekale enbiûniy BiEsmâi hâülâi in küntüm sadikıyn;

31-) Sonra Âdem`e (Esmâ`nın programlanışı, Esmâ bileşiminin açığa çıkışıyla yoktan var edilene) bütün Esmâ`yı (Esmâ ül Hüsnâ`sının anlamlarını açığa çıkarmayı ve kavramayı) talim etti (programladı). Sonra melâikeye: “Eğer dediğinizde ısrarlı iseniz bana (Âdem`in) varlığındaki Esmâ`nın (özelliklerinin) neler olduğunu anlatın” dedi.

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَا إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا ۖ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
32-) Kalû sübhaneKE lâ ilme lenâ illâ mâ `allemtenâ inneKE ENTEl AliymulHakiym;

32-) (Bunu değerlendiremeyen melâike): “Subhaneke (her an yeni bir şey yaratıp bunlarla da asla kayıtlanmayan ve sınırlanmayansın)! Bizde açığa çıkarttığın ilimden başkasını bilmemiz asla mümkün değil! Şüphesiz ki sen, Mutlak İlim (Aliym) ve bunu bir sistem içinde (Hakiym) açığa çıkaransın!”

قَالَ يَا آدَمُ أَنْبِئْهُمْ بِأَسْمَائِهِمْ ۖ فَلَمَّا أَنْبَأَهُمْ بِأَسْمَائِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ
33-) Kale ya Ademu enbi`hum BiEsmâihim, felemmâ enbeehum BiEsmâihim, kale elem ekul leküm inniy a`lemu ğaybesSemâvâti vel`Ardı, ve a`lemu mâ tübdûne ve mâ küntüm tektümûn;

33-) (Hitap etti): “Yâ Âdem (yoktan var olmuş, Esmâ ile hayat bulmuş) varlığındaki isimlerin hakikatinden onlara söz et.” Âdem onlara (varlığını oluşturan Allâh) isimlerinin işaret ettiği mânâlardan haber verince (yani bu isimlerin özellikleri kendisinde açığa çıkınca); Allâh onlara fark ettirdi: “Demedim mi size ben, muhakkak ki bilirim semâlar (şuur boyutu) ve arz (beden) boyutunun gaybını (açığa çıkmamış sırlarını, özelliklerini)… Ve ben bilirim gizlediklerinizi ve açıkladıklarınızı!”

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَىٰ وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
34-) Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû liAdeme fesecedû illâ iblise, ebâ vestekbera ve kâne minelkâfiriyn;

34-) Meleklere: “Secde edin Âdem`e” dediğimizde secde ettiler (yoktan varolmuştaki Esmâ`dan meydana gelmiş varlığa – Esmâ mertebesine)… Ancak İblis, benliğinin yüceliğinden (enfüsünde gördüğüyle âfaktaki hakikatten perdelenerek) inkâr etti. Hakikati inkâr edenlerden (kâfir) oldu.
وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَ

ا تَقْرَبَا هَٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ
35-) Ve kulnâ yâ Ademüskün ente ve zevcükelcennete ve külâ minha rağaden haysü şi`tüma, ve lâ takrebâ hâzihişşecerate feteküna minezzalimiyn;

35-) Bundan sonra dedik ki: “Ey Âdem, sen ve senin hâlini, yaşamını paylaştığın (eşin -bedenin), cennet boyutunu mesken edinin. Dilediğinizce bu boyutun nimetleriyle yaşayın ve şu ağaca da yaklaşmayın, (yaklaşırsanız) zâlimlerden olursunuz.”

فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ ۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ ۖ وَلَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَىٰ حِينٍ
36-) Feezellehumeşşeytanu anha feahracehuma mimma kânâ fiyhi, ve kulnehbitû ba`duküm liba`din adüvvün, ve leküm fiyl`Ardı müstekarrun ve metâ`un ila hıyn;

36-) Bundan sonra şeytan onları içinde yaşadıkları (boyuttan) kaydırttı. Biz de dedik ki: “Bir kısmınız diğerine (ruh ve beden) düşman olarak inin. Sizin (ve nesliniz) için bir süre arzda (beden boyutu şartlarında) yaşam ve belli bir süre oradan yararlanma söz konusudur.”

فَتَلَقَّىٰ آدَمُ مِنْ رَبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ ۚ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
37-) Fetelakka Ademü min Rabbihi kelimâtin fetâbe aleyh* inneHU HUvetTevvaburRahıym;

37-) Âdem, Rabbinden (beynindeki Esmâ mertebesi boyutundan) gelen ilim ile -kelimeler-(yapmaması gerekeni fark edip, kendisinden açığa çıkan vehmine tâbi olma hatasını itiraf edip) tövbe etti. Tövbesi kabul edildi. Şüphesiz ki HÛ; O, tövbeyi kabul edip Rahıymiyeti ile bunun güzel sonuçlarını yaşatandır.

قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَمِيعًا ۖ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنِّي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
38-) Kulnehbitû minhâ cemî`a* feimmâ ye`tiyenneküm minniy hüden femen tebi`a hüdâye felâ havfün aleyhim ve lâ hum yahzenûn;

38-) Dedik: “İnin hepiniz oradan (kendinizi bedensiz hissettiğiniz şuur boyutundan – cennet yaşamından)… Benden size HÜDA (hakikatinizi idrak ettirici Rasûl – ilim) geldiğinde kim HÜDAma tâbi olursa onlara ne korku vardır ne de mahzun olacakları bir şey.”

وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
39-) Velleziyne keferû ve kezzebû Biâyâtinâ, ülâike ashabun nâr* hum fiyha hâlidûn;

39-) Onlar ki bizim işaretlerimizi inkâr edip yalanlarlar, işte onlar sonsuza dek ateş (azap) içindedirler.

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَوْفُوا بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ
40-) Yâ beniy isrâil`ezkürû ni`metiyelletiy en`amtü aleyküm ve evfû Biahdiy ûfi Biahdiküm ve iyyaye ferhebûn;

40-) İsrailoğulları (dedim)… Size bağışladığım nimeti hatırlayın ve verdiğiniz sözü yerine getirin, ki ben de size olan (varoluşunuzdaki hilâfet) sözümü yerine getireyim. Yalnız benden çekinin!

وَآمِنُوا بِمَا أَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُوا أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلًا وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ
41-) Ve âminû Bimâ enzeltü müsaddikan limâ me`aküm, ve lâ tekünû evvele kâfirin Bih* ve lâ teşterû Biâyâtiy semenen kaliyla* ve iyyaye fettekun;

41-) Ve iman edin sizde olanı (Tevrat`ı) tasdik eden, indîmizden inzâl ettiğimize (Kurân`a). O gerçeği inkâr edenlerin ilki olmayın. Varlığınızdaki (B sırrı kapsamındaki) işaretlerimi (Esmâ`nın açığa çıkış kuvvelerini) az bir dünya değerine değişmeyin. Benden korunun!

وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
42-) Ve lâ telbisülHakka Bilbatıli ve tektümulHakka ve entüm ta`lemûn;

42-) Gerçeği (Hakk`ı), aslı olmayana (bâtıla) karıştırmayın! Bildiğiniz hâlde gerçeği gizliyorsunuz!

.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hızlı yorum için giriş yapın.


Giriş Yap