“Asmolen Dolgular depremde binadaki insanların üzerine düşebilir” uyarısı

İÜC Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Mülkiyeti Koruma ve Güvenlik Bölümü Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Erhan Bakırcı: "1999 Depremi'nde gördük ki deprem esnasında asmolen döşemelerin dolguları yuvalarından çıkıp daire içindeki insanların üzerlerine düşebiliyor. Böyle birçok can kaybı meydana geldi" "Bazı inşaatlarda yasak olmasına rağmen asmolen dolgusu olarak yanıcılığı yüksek malzemelerin kullanıldığını görüyorum. Binalarda yangın güvenliğinin sağlanması açısından da bu dolgular son derece riskl

– İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa (İÜC) Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Mülkiyeti Koruma ve Güvenlik Bölümü Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Erhan Bakırcı, bina yapımında tavanın düz görünmesini sağlayan asmolen döşemelerde kullanılan dolguların, deprem sırasında daire içindeki insanların üzerine düşebileceği uyarısında bulundu.

Bakırcı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul’u da etkileyen 1999 Marmara Depremi’nin tüm Türkiye’ye depremin acı gerçeğini hissettirdiğini hatırlattı.

Yapıları deprem afetine karşı güçlendirmenin kısa vadede en etkili çözüm gibi gözüktüğüne değinen Bakırcı, Türkiye’de bazı bölgelerde yapı stokunun çok eski olduğunun altını çizdi. Bu bölgelerdeki binalardan alınan beton karotların dayanımlarının 7-9 MPa çıktığını anlatan Bakırcı, “2017 Deprem Yönetmeliğine göre bu değerin minimum 20 MPa, 2018 Deprem Yönetmeliğine göre ise 25MPa olması gerekiyor.” dedi.

Hazır betonun 1980 yılında inşaat sektörüne girmesine rağmen 1995-96 yıllarına kadar kullanımının zorunlu hale getirilmediğinin altını çizen Bakırcı, şöyle devam etti:

“Koca koca binaları elle karılmış, kontrolsüz üretilmiş betonla yaptık. Hazır beton kullanımı 1995-96 yılında zorunlu hale getirildi. Deniz kumu kullanılması da 1996 yılında yasaklandı. Eski yönetmelik ile yeni yönetmelik donatı konfigürasyonu ve dayanımları açısından çok farklı. Yeni yönetmelik bir zaruret ve bu kadar riskli bir coğrafyada inşaat sektörü için malumun ilamı ancak son derece geç kalınmış bir karar.

Binaların takviyesi de son derece kapsamlı, nitelikli mühendislik çalışması gerektiriyor. Bu noktada yeterliyiz. Proje safhasından sonra ise projenin sahada uygulanması var. İşte sorun tam da burada çıkıyor.

Maalesef nitelikli mühendis, teknik eleman ve inşaat çalışanı sıkıntısı var. Binaların takviyesi iğne oyası gibi son derece zahmetli bir iş. İstanbul’daki pek çok binanın uygulama projesi yok. Belediyedeki proje başka, tapudaki proje başka, uygulama projesi başka… Bu büyük bir sorun. 30-40 yıllık bir yapının projesini yeniden yapacaksınız. Bu çok zor ve zahmetli bir iş.

Yaptığınız takviye çalışmasına eksik başlıyorsunuz ve rölöveden çıkaracağınız projede kesinlik de yok sonuç da… Binanın temelindeki donatı konfigürasyonunu nasıl keşfedeceksiniz? Bina güçlendirmesi, mühendislik, işçilik ve malzeme açısından yüksek ihtimam gerektiriyor.

Yapılan takviye bir depremde teorik olarak çalışacak diye düşünüyoruz. Ama eski-yeni taşıyıcı sistemin depreme birlikte nasıl cevap vereceği, yani yapılan takviyenin çalışıp çalışmayacağı, pratikte yaşanacak bir depremde sınanacak. Bu da büyük bir risk.”

– “Malzeme kriterleri limitlerin altındaki eski yapılara takviye önermiyorum”

Erhan Bakırcı, 1999 Depremi sonrası güçlendirilen binaların bazılarının 26 Eylül 2019’daki 5,8 büyüklüğündeki depremde beklenenden büyük hasar aldığını da vurguladı.

Malzeme kriterleri açısından kabul edilebilir limitlerin altındaki eski yapılarda takviyeyi önermeyen Bakırcı, “Özellikle el ile karma betondan mamul, usulüne uygun olmayan şekilde denizden alınan kum kullanılmış, nervürsüz düz inşaat demiri ile yapılmış, üstüne üstlük donatı korozyonu kendini belli eden yapıların hiç kontrol dahi edilmesine gerek yok, bu yapılar son derece riskli.” dedi.

Yeni yapılan yapıların projelendirilme safhasının bugün için yeterli standartlarda olduğuna değinen Bakırcı, ancak bu projelerin sahada uygulanmasında zaman zaman sıkıntılar yaşandığını vurguladı.

“Deprem bölgelerindeki yapıların düzgün geometrili ve aşırı mimari beklentilerden uzak sadelikte yapılmasında son derece büyük fayda var.” diyen Bakırcı, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ancak bu konuda da başarısızız. Deprem yükü karmaşık kompleks bir mekanizma. Biz bu yükleri idealize ediyoruz. Bu yükler altında yapımızı boyutluyoruz. Yapılarda taşıma sistemi ne kadar sade ise o binanın depreme karşı davranışı da o kadar başarılıdır. Karmaşık taşıyıcı sisteme sahip yapılarda deprem sonrası az, orta veya ağır hasarların beklentimizin aksine gerçekleşme ihtimali yüksek. Büyük paralar verip aldığımız binamızın depremde kabul edilemez bir hasar alması düş kırıklığı olur.”

– “Asmolen döşeme dolguları risk taşıyor”

Yapılarda düz bir tavan elde etmek için kullanılan asmolen döşeme dolgularının da depremde bina içindeki insanlar için disk yaratabileceğini vurgulayan Erhan Bakırcı, şöyle konuştu:

“1999 Depremi’nde gördük ki deprem esnasında asmolen döşemelerin dolguları yuvalarından çıkıp daire içindeki insanların üzerlerine düşebiliyor. Böyle birçok can kaybı meydana geldi. Adapazarı Depremi’nden sonra deprem riski yüksek bölgelerde asmolen döşemeli bina yapımı yasaklandı. Şimdi de belirli şartlarda izin veriliyor. Ben kural koyucu yerinde olsam asmolen döşemeye izin vermem.

Depremlerde böylesi döşemelerde ciddi sorunlar oluşabileceğini, deprem esnasında asmolen döşeme dolgularının yuvalarından kurtularak daire içindeki insanların üzerlerine düşebileceğini öngörüyorum. Diğer yandan bazı inşaatlarda yasak olmasına rağmen asmolen dolgusu olarak yanıcılığı yüksek malzemelerin kullanıldığını görüyorum. Binalarda yangın güvenliğinin sağlanması açısından da bu dolgular son derece riskli.”

Bakırcı, kentsel dönüşümde yıkılan eski binaların yerine daha yüksek katlı binalar yapılmasını da doğru bulmadığını belirterek, “Bizim en önemli görevimiz, insan yoğunluğunu azaltmak, ekonomik varlıklarımızı riskli bölgeden uzaklaştırmak olmalı.” ifadelerini kullandı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Hızlı yorum için giriş yapın.


Giriş Yap